16 Nisan 2009 Perşembe

İğne İpliğine

İğne ipliğine bağlı umudun
Koptu kopacak
Koparsan olmaz
Koparmasan yaşanmaz
Bir umut dersin
Bilirsin kopacak
İnanmazsın
Kopunca dayanamazsın
Kopmasın istersin
Koparsa yaşanmaz sanırsın
Yaşarsın kör topal
Dayanamazsın

15 Nisan 2009 Çarşamba

Ayaz

Kuru ayaz var gecede
Yer gök buz tutmuş sanki
Ceplerimde bile
Güvende değil ellerim
Ayaklarımı unuttum çoktan
Zar zor ilerliyorum
Varış yerim belirsiz
Yürüyorum
Bir köşeye sığınsam
Biraz olsun ısınsam diyorum
İstemiyorum
Kuru ayaz var gecede
İçim gibi buz kesti
Elim kolum
Bir ışık var belli belirsiz
İçimden bir ses
Işığa gitme diyor
Karanlığa yürüyorum
En soğuk yerine gecenin
Varış yerim belirsiz
Nerede olduğumu bilmiyorum
Zaten artık görmüyorum
Nereye gittiğimi
Zaten artık hatırlamıyorum
Nereden geldiğimi

8 Nisan 2009 Çarşamba

İnat

Kelimelere inat yazıyorum

Noktalara inat durmuyorum

Gecelere inat uyumuyor

Sabahlara inat kalkmıyorum

Gerçeğe inat düşlüyorum

Düşlere inat inanıyorum

Cevaplara inat soruyorum

İnatçı değilim ama

İnadım inat

Yollara inat yürüyorum

Dağlara inat tırmanıyor

Engellere inat düşmüyorum

Ölüme inat yaşıyorum hala

Yaşama inat seviyorum seni

Sana inat vazgeçmiyorum

İnatçı değilim ama

İnadım inat

3 Nisan 2009 Cuma

Karanlık

Çocukluğumu hatırlıyorum... Geceleri uyuyamazdım karanlıkta. Korkardım. Yorganı kafama kadar çeker, sarınır, zırhıma büründükten sonra ancak içim rahat ederdi de öyle uyuyabilirdim. Karanlıktan kaçardım besbelli. Karanlıktan daha derin bir karanlığa, yorganımın altına, sımsıkı kapanmış gözlerimin ardına kaçardım. Rüyalarımla avunurdum sabaha kadar. Kalktığımda gitmiş olurdu. Çıkarırdım zırhımı, cesaretle yatağımın üzerine atıverirdim.

Karanlıktan korkardım korkmasına ama en çok karanlığın derinliğinden korkardım. Dibini göremezsin, eğer karanlık yeterince korkunçsa ve yeterince çocuksan derinlerde neler olduğunu bilemezsin. O toy zihnimde neler neler canlanırdı, şimdi hatırlamaya bile yetmiyor yetişkin beynim, hayalgücümün o zaman ürettiklerini. Eğer yeterince çocuksan, gerektiğinden fazla korkmaman için hiç bir sebep yoktur. Az bilgi muazzam hayalgücüyle buluştuğunda, dibini göremediğim karanlığın en derin yerlerindeki “şey”lere dair o kadar çok şey gelirdi ki aklıma, hangi birinden korkacağımı bilemezdim. Karanlıktan korkardım demem yersiz olmaya başlıyor bu durumda. Yine de beni asıl korkutan karanlığın ta kendisiydi. Karanlıktan korkuyordum ben. Karanlığın derinliklerinden çıkıp geliverecek onca şeyi hayal ederken bile asıl korktuğum tüm bu “şey”leri gizleyen, besleyen, koruyan karanlığın ta kendisiydi.

Orada, karanlığın derinliklerinde neler olduğunu bilemediğimden korkuyordum besbelli. Bilinmeyendi karanlık benim için. Bilinmeyenin vücut bulmuş, gözle görünür haliydi. (Yoksa görünmez mi demeliydim? Çok mühim değil sanırım.)

Bilinmeyenin korkusu hepimizi sarmışken çocukluğuma dair bu anıları hatırlıyor olmam pek sıradışı değil. O kadar korkuyoruz ki bilinmeyenden, ya varsa, ya olursa diyerek o kadar çok korkuyoruz, o kadar çok korkutuyoruz ki kendimizi, en sonunda bilinmeyeni yüceltip baştacımız ediyoruz. Tüm yaşamını bilinmeyen üzerine kurmuş olan bizler bilinmeyene tapıyor, onu seviyor, sevmeyeni dışlamaya başlıyoruz. Karanlıktan kaçarken daha da karanlığa, yorganımızın altına giriyor, dışarıda olup biteni görmemek için gözkapaklarımızın ardına saklanıyoruz. Fakat çocukluğumuzdan farklı bu kaçış. Çocukluğumuzun tersine hayalgücümüzü artık devredışı bırakmış, söylenenlere, söylentilere inanmaya, görmediğimiz ama “bildiğimiz” şeylerden korkmaya başlamış oluyoruz. Başımıza ne geleceğini bilmeden korkarak yaşıyoruz.

Çocukluğumu hatırlıyorum... Artık karanlıktan korkmadığımı farkediyorum. Yorganıma sımsıkı sarılıp uyuyacağım bu gece. Son kez zırhımı kuşanıp yatacağım yatağa ve sabah cesaretle çıkarıp atacağım yatağımın üzerine son kez.